Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Tapu İptali ve Tescil, Katılma ve Değer Artış Payı Alacağı
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ
Tarih: 22.05.2015 Esas: 2018/10382 Karar: 2018/12967
Tapu İptali ve Tescil, Katılma ve Değer Artış Payı Alacağı
ÖZET :
Dava konusu taşınmazda davacının katılma alacağı hesap edilirken, davalı kadının babasından mirasen intikal eden taşınmaz satımından gelen para yönünden denkleştirme yapılmalıdır.
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 14.11.2017 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı … (…) bizzat ve vekili Av. … geldi. Karşı taraftan kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosyanın incelenmesi sonucu görülen eksikliklerin ikmali için dosyanın mahal mahkemesine iadesine karar verilmesini takiben eksiklik tamamlanmış olmakla dosya yeniden incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı … vekili, davacının daha önceki birikimlerinin üstüne Finansbank’tan 30.000,00 TL ev kredisi çekerek 27/12/2006 tarihinde 3 nolu daireyi satın aldığını ve kendi üzerine yaptığını, daha sonra davalının evin tapusunu ısrarla kendi üzerine yapılmasını istediğini olmazsa boşanacağı yönünde şantaj ve tehditlerde bulunduğunu, müvekkilinin bu ısrarlı taleplere daha fazla dayanamadığını ve 24/08/2009 tarihinde dava konusu taşınmazı davalı adına satış göstermek sureti ile bir bedel almaksızın devir ettiğini, bu durumun tapu kayıtlarında açıkça belli olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla evlilik birliğine dahil olan ortak konutun aynen taksimi, bu mümkün olmadığı takirde 40.000,00 TL katılma alacağı ve 30.000,00 TL değer artış payı alacağının faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, dava konusu taşınmazın davalının babasından kalan mirasla satın alındığını, davalıya babasından … 1217 ada, 1 parselde bulunan bağımsız bölümün satışından elde edilen 35.553,77 TL’nin 16/10/2010 tarihli … Bankası … Şubesine yatırıldığını, dava konusu taşınmazın alımı sırasında eksik kalan 10.000,00 TL’nin ise Finansbank’tan davacı tarafından tüketici kredisi çekilmek sureti ile ödendiğini, davacının bu krediyi ödeyemeyince davalının yurt dışında oturan ablasından 10.100,00 TL borç aldığını, karşılığında 5.230,00 Euro bedelinde senet imzaladığını, davacının asgari ücretli olarak çalıştığını, böyle bir birikim yapmasının mümkün olmadığını, sürekli kredi kartları yüzünden icralık olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, bozma öncesi yapılan yargılama neticesinde 20.11.2006 tarihinde satım sonucunda davacı adına tescil edilen dava konusu 3 numaralı meskenin evlilik birliği içinde davacı tarafından davalıya devredildiği ve hile, aldatma veya bağış nedenine dayalı olarak tasarrufun iptali amacıyla talepte de bulunulmadığından davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiş, Daire’nin 26.02.2015 tarih 2013/21040 Esas- 2015/528 Karar nolu ilamıyla taşınmazın davacı tarafından davalıya hibe edildiğinin ileri sürülmediği, davacının anlatımı ve dosya kapsamından davacının bu amaçla hareket ettiği sonucuna varmak mümkün bulunmadığından 4721 sayılı TMK’nun 222/son maddesi gereğince taşınmazın edinilmiş mal olduğu, davacının evlilik birliğinde sahip olduğu edinilmiş mal niteliğindeki taşınmaza edinilmiş maldan yapılan katkı nedeniyle değer artış payı isteği yerinde değilse de, katılma alacağının bulunduğunun kabulüyle taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki değerinin (sürüm değeri) belirlenip, talep de göz önüne alınarak (HMK.m.26), TMK’nun 236. maddesine göre bu değerin yarısına katılma alacağı olarak karar vermek gerektiğine işaret edilerek hüküm bozmaya sevk edilmiştir.
Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde; davanın kısmen kabulüyle dava konusu 3 nolu bağımsız bölümle ilgili olarak 32.400,00 TL katılma alacağının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, karar tarihinden itibaren alacağa yasal faiz yürütülmesine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Daire’nin bozma ilamında “Davalı yan boşanma ile sona eren evlilik birliği içinde edinilen taşınmazın muristen intikal eden taşınmazın satımından elde edilen para ile satın alınan kişisel mal olduğu iddiasında bulunmuştur. Ne var ki, davalı gösterdiği delillerle iddiasını ispat edememiştir.” denilmiş ise de davalı tarafın cevap dilekçesi içeriği ve ekinde sundukları veraset ilamı, tapu kayıtları, banka kayıtları ve dosya kapsamı bir bütün olarak incelendiğinde davalı kadının babasından mirasen intikal eden dava dışı 10 nolu meskenin üçüncü kişiye satış tarihi 12.09.2006 ile davalı kadın adına … bankası hesabı açılış ve para yatırılış tarihlerinin aynı olduğu ve bu hesaptan paranın dava konusu taşınmazın tapuda devrin yapıldığı 20.11.2006 günü çekildiği anlaşılmaktadır. Dava konusu taşınmaz yönünden, davalı kadının kişisel malının kullanıldığının kabulü gerekir. Bozma kararımız maddi hataya müstenit bulunduğundan, usuli kazanılmış hak oluşturmaz.
Mahkemece, dava konusu taşınmazda davacının katılma alacağı hesap edilirken, davalı kadının babasından mirasen intikal eden taşınmaz satımından gelen para yönünden denkleştirme yapılmalıdır. Denkleştirme yapılırken, davalı kadının dava dışı 10 nolu meskende mirasen gelen payının kişisel mal olduğu tartışmasız ise de diğer mirasçılardan 15.09.2004 tarihinde alınan hisseler yönünden, aynı gün yine mirasen intikal eden dava dışı 6 nolu meskende mirasçılar arasında hisse devri yapıldığı gözetilerek, alınan bu hisselerinde davalının kişisel malı olup olmadığı değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmelidir. Açıklanan sebeplerle hükmün bozulması yoluna gidilmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davalı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık Ücreti’nin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine,taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, istek halinde peşin harcın temyiz edene iadesine, 22.05.2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Katılma Alacağı – Alacak Davası – Vekalet İlişkisi – Mükerrer Tahsilat – Taleple Bağlılık İlkesi
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ
Tarih: 15.05.2018 Esas: 2016/17182 Karar: 2018/12699
Katılma Alacağı – Alacak Davası – Vekalet İlişkisi – Mükerrer Tahsilat – Taleple Bağlılık İlkesi
ÖZET :
Dava, alacak istemine ilişkindir. Dosya kapsamındaki bilgi, belge, beyan ve raporlardan vekalet ilişkisine aykırı olarak davacı tarafa verilmeyen gelirlerin davalının banka hesaplarında değerlendirildiği ve bu durumun davacı tarafında kabulünde olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme ise bozma ilamına uymasına rağmen bu husus gözetilmeden mükerrerliğe sebebiyet verecek şekilde hem davacının gelirlerinin değerlendirildiği davalının banka hesabındaki paradan hem de davacının gelir vergisi beyannamelerine göre bilirkişilerce hesap edilen tutar üzerinden ayrı ayrı alacağa hükmetmiştir. Davacı tarafın vekalet akdinin kötüye kullanılmasından kaynaklı talep ettiği miktar yönünden ret kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde alacağa hükmedilmesi bozma nedeni yapılmıştır. Hakim tarafların talep sonucuyla bağlı olup her bir talebi hakkında verilen kararı gerekçeli karar ve hükümde ayrı ayrı göstermelidir. Mahkemece, davacı tarafın banka hesabındaki para yönünden talep aşılarak talepten daha fazla katılma alacağına hükmedilmesi hatalı olmuştur.
DAVA :
Taraflar arasında görülen ve yukarda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 15.05.2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden … bizzat vekili Av. … geldiler. Karşı taraftan davacı vekili Av. … geldi. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR :
Davacı … vekili dava dilekçesinde, davacının ileride iyi bir gelecek hazırlanması amacı ile davalının sevk ve idaresi konusunda eşine tam olarak güvendiğini, fikir birliği içinde olduklarını zannettiğini, ancak davalının iyi niyetli olmayıp davacının kazancı ile alınan malları ve bankada biriken tasarrufları hep kendi adına yaptığını, 608 ada 9 parseldeki dükkanın da davacının kazancı ile alındığını, ayrıca davacının davalıya verdiği 13.5.1997 tarihli vekaletname gereği davalının davacının eczanesine ait tüm gelirleri alıp davacıdan habersiz kendi ve akrabaları adına açtığı hesaplara yatırdığını, kendi adına araba aldığını, davalının bu eyleminin akde aykırılık yanında Borçlar Kanunu’nda düzenlenen vekalet akdine de aykırılık teşkil ettiğini, davalı tarafın vekil sıfatı ile aldığı parayı da iade etmesi gerektiğini açıklayarak evlilik birliği içinde davacının kazancı ile alınan 608 ada 9 parseldeki taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri göz önünde tutularak söz konusu taşınmaz ile ilgili davacı katkısının dava tarihi itibarıyla hesaplanmasına, şimdilik 10.000 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, vekalet tarihi olan 13.05.1997 tarihinden boşanma tarihine kadar davalının vekil sıfatı ile davacının işyerinden ve resmi kurum ve bankalardan aldığı paraların dava tarihindeki değerinin tesbit edilerek şimdilik 50.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesini istemiştir. Davacı vekili, 01.04.2011 tarihinde harcını yatırdığı ıslah dilekçesi ile mal rejimi sona erdiğinde davalı hesabında bulunan paralar ile boşanmadan kısa süre önce kaçırdığı 886.464 TL’nin edinilmiş mal kabul edilerek bilirkişinin belirttiği hesaplama yöntemi dikkate alınarak 283.439,24 TL ile TMK’nun 235. maddesine göre karar tarihine kadar arada geçen süredeki getirileri olan 106.946,21 TL’nin toplanması ile ortaya çıkan 390.385,45 TL’nin artık değere katılma alacağı olarak kabulünü istemiş ve ilk davada istenen 10.000 TL’yi 390.385,45 TL’ye, vekalet ilişkisinin kötüye kullanılmasından kaynaklanan alacağı da 201.411.53 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı … vekili, davada 1 yıllık zamanaşımının geçtiğini, davacının dükkanın alımındaki katkısını ispat etmesi gerektiğini, davacının alım öncesi geliri olmadığı gibi davacının ailesinden ne mal varlığı ne de para aktarımı olmadığını, davalının ise doktorluk görevi sebebiyle gelirinin iyi olup babasının ve kardeşlerinin de katkıları bulunduğunu, vekaletin kullanıldığı süre boyunca da eczane gelirlerinden ve giderlerinden davacıya sürekli bilgi verilip, vekalet görevinin davalı tarafından gereği gibi yerine getirildiğini, bu dönemde taraflar arasında uyuşmazlık çıkmadığını, boşanmada da uyuşmazlığın sadece karakter uyuşmazlığına dair olduğunun belirtildiğini, protokolde ise tarafların tazminat istemeyeceklerini bildirdiklerini, davalının hesabındaki birikimin büyük kısmını eczane gelirleri dışındaki gelirlerin oluşturduğunu, eczane gelirlerinin çok az kısmının hesaba aktarıldığını, davalının hesabından ise davacının hesabına büyük miktarlarda para gönderildiğini açıklayarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bozma öncesi yapılan yargılama neticesinde yapılan yargılama toplanan bilgi ve belgeler, taraf ve tanık beyanları, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacının davasını ispat edemediği anlaşıldığından davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili ve davalı vekili tarafından yapılan temyiz itirazları üzerine Daire 2013/6038 esas 10364 karar sayılı ilamında ortada denetlenebilecek gerekçeli bir karar olmadığına, mahkemece özellikle Anayasanın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 Sayılı HMK’nun 297. ( Mülga HUMK’nun 381, 388 ve 389. ) ve 27.maddeleri de gözetilerek gerekçelerini açıkça kaleme aldığı anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte bir hüküm kurması, hüküm kurulurken davacının talebi ve ıslah dilekçesinin değerlendirilmesi, taleplerin nitelendirilmesi, uyuşmazlık konusu taşınmaz, banka hesapları ve vekalet görevinin kötüye kullanımı ile ilgili alınan bilirkişi raporlarından hangisine neden itibar edildiğinin, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili kabul ve reddedilen hususlara yönelik mahkeme görüşünün gerekçe bölümünde açıklanması da gerektiğine ve mal rejiminden kaynaklanan katkı ve katılma alacağı talepleri incelenirken, taşınmaz bakımından talebin katkı payı alacağına dair olduğu, değişik bankalarda davalı adına bulunan hesaplarla ilgili katkı payı ve katılma alacağı talebinin ise vekalet görevinin kötüye kullanılması alacağının değerlendirilmesini de etkileyecek nitelikte bulunduğu gözetilerek Dairenin yerleşmiş ilkeleri ışığında değerlendirilmesi, tanık beyanları, bilirkişi raporları ve tüm delillerin denetlenmesi, usul ve yasaya uygun gerekçe yazılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerektiğine işaret edilerek hüküm bozmaya sevk edilmiş; işin esası ve davalı vekilinin vekalet ücreti ile ilgili temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalı vekili tarafından karar düzeltme isteğinin reddine karar verilmiştir.
Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde; 403.528,18 TL katılma alacağının karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının vekalet akti sebebiyle davalıdan olan 201.411,53 TL alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının katkı payı alacağı talebinin reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- )Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilâmında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu dairesinde hüküm tesis edildiğine göre davalı vekilinin aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- )Davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;
a- ) Mahkemece, yazılı şekilde davacı lehine vekalet akdinin kötüye kullanılmasından kaynaklı alacağa hükmedilmiştir. Bu alacak istemi yönünden Daire’nin uyulan bozma ilamında “davacının talepleri içerisinde yer alan vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenine dayanılarak açılan alacak istemi Borçlar Kanunu’na dayalı bir istek olup esasen bu talebin genel mahkemelerin görevinde olması sebebiyle mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerektiği düşünülebilir ise de davacının bununla elde etmek istediği alacağın, davacının diğer mal rejiminden kaynaklanan katkı ve katılma alacağı talebinin incelenmesi sırasında değerlendirilmesi ve her iki talep sonunda elde edilebilecek alacağı mükerrerlik teşkil etme ihtimali, davacının vekalet görevinin kötüye kullanılmasına dayalı açtığı davada elde edebileceği alacağın zaten mal rejiminden kaynaklanan alacak talebi içinde elde edebileceği, davaların makul süre içinde sonuçlandırılabilmesi, usul ekonomisi de gözetilmiş, vekalet görevinin kötüye kullanılması talebi ile ilgili görevsizlik yönünden bozma sevk edilmemiştir. ” hususuna işaret edilmiştir.
Dosya kapsamındaki bilgi, belge, beyan ve raporlardan vekalet ilişkisine aykırı olarak davacı tarafa verilmeyen gelirlerin davalının banka hesaplarında değerlendirildiği ve bu durumun 20.01.2009 tarihli dilekçeleriyle davacı tarafında kabulünde olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme ise bozma ilamına uymasına rağmen bu husus gözetilmeden mükerrerliğe sebebiyet verecek şekilde hem davacının gelirlerinin değerlendirildiği davalının banka hesabındaki paradan hem de davacının gelir vergisi beyannamelerine göre bilirkişilerce hesap edilen tutar üzerinden ayrı ayrı alacağa hükmetmiştir. Davacı tarafın vekalet akdinin kötüye kullanılmasından kaynaklı talep ettiği 201.411,53 TL miktar yönünden ret kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde alacağa hükmedilmesi bozma nedeni yapılmıştır.
b- ) Hakim tarafların talep sonucuyla bağlı olup her bir talebi hakkında verilen kararı gerekçeli karar ve hükümde ayrı ayrı göstermelidir ( HMK.nun 26. md ve 297/2 m ). Mahkemece, davacı tarafın banka hesabındaki para yönünden talep miktarı 390.385,45 TL iken talep aşılarak 403.528,18 TL katılma alacağına hükmedilmesi hatalı olmuştur. Mahkemece, talep miktarı üzerinden ve tasfiye tarihi olan 25.03.2016’dan itibaren yasal faiziyle alacağa hükmedilmelidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda ( 2-a-b ) numaralı bentte gösterilen sebeplerle davalı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle hükmün 6100 Sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin yargılama giderlerine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının yukarda ( 1 ). bentte gösterilen sebeple reddine, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Askari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında Avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine, taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 15.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Boşanma – İstisnalar Dışında Tarafların Söylemediği Şeyler veya Vakıalar Kendiliğinden Dikkate
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ
Tarih: 20.02.2018 Esas: 2017/6958 Karar: 2018/2250
Boşanma – İstisnalar Dışında Tarafların Söylemediği Şeyler veya Vakıalar Kendiliğinden Dikkate Alınamayacağından Usule Uygun Dayanılmayan, İleri Sürülmeyen Vakıalar Kusur Değerlendirmesine Esas Alınamaz
ÖZET :
Davacı, TMK’nun 166/son maddesine dayalı olarak boşanma talebinde bulunmuştur. Yasal istisnalar dışında hakim tarafların söylemediği şeyleri veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz; onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Mahkeme, ancak tarafların dilekçelerinde dayandıkları vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapmalıdır. Davacı erkeğe kusur olarak yüklenebilecek herhangi bir vakıaya dayanılmadığı dosya kapsamı ile sabittir. Bu durumda, davalı kadın tarafından usulünce dayanılmayan ya da ileri sürülmeyen vakıalar davacı erkeğe kusur olarak yüklenemez.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı erkek tarafından kusur belirlemesi, tazminatlar, tedbir nafakası ve yargılama giderleri yönünden; davalı kadın tarafından ise katılma yoluyla yoksulluk nafakasının reddi ve tazminatların miktarları yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 10.10.2017 günü duruşmalı temyiz eden davacı … ve vekili gelmedi. Karşı taraf katılma yoluyla temyiz eden davalı … vekili Av. … geldi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının tüm, davacının ise aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Dava, TMK 166/son maddesine dayalı boşanma davasıdır. Davacı erkek, davalı kadın tarafından açılan ve 03.08.2010 tarihinde feragat nedeniyle reddine karar verilen önceki boşanma davasına dayanarak, bu davadan sonra üç yıldan fazla süredir biraraya gelmediklerini iddia etmiş, davalı kadında cevap dilekçesinde feragat ile sonuçlanan davadan önce taraflar arasında yaşanan olaylardan bahsederek, davacının kusurlu olduğunu savunmuş, mahkemece davalı kadının fiili ayrılık döneminde biraraya gelmek için çabaladığı, bu nedenle kadına kusur yüklenemeyeceği ayrıca erkeğin fiili ayrılık döneminde fiili ve sözlü şiddette bulunması nedeniyle tam kusurlu olduğu gerekçesiyle, erkeğin davasının kabulü ile kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmetmiştir.
Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1-e maddesi uyarınca davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte, davalı da aynı kanunun 129/1-d maddesi gereğince savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte cevap dilekçesinde göstermek zorundadırlar.
Bunlar, dava ve cevap dilekçelerindeki talep sonucunun dayanağı olan ve bu talep sonucunu haklı göstermeye yarayan vakıalardır, ön inceleme aşaması tamamlanıncaya kadar usulüne uygun biçimde bildirilen vakıaların doğru olduğu yargılama sırasında ispat edilirse, tarafların talep sonuçları da bu duruma göre kabul veya reddedilecektir. Kanunda öngörülmüş istisnalar dışında, hakim, iki tarafın birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK m. 25/1).
O halde, mahkemece ancak tarafların dilekçelerinde dayandıkları vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapılabilmektedir.
Tüm dosya kapsamından; davalı kadın tarafından temyize konu davaya sunduğu cevap dilekçesinde, kadın tarafından feragat edilen önceki boşanma davasından sonraki bir zamana ilişkin erkeğe kusur olarak yüklenebilecek herhangi bir vakıaya dayanılmadığı, bir başka deyişle tarafların fiili ayrılık dönemine ilişkin erkeğe kusur olarak yüklenebilecek yeni bir olayın ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında, davalı kadın tarafından usulünce dayanılmayan ya da ileri sürülmeyen vakıalar davacı erkeğe kusur olarak yüklenemez. Öyleyse, davacı erkeğin TMK 166/son maddesine dayalı boşanma davasına dayanak teşkil eden ilk boşanma davasını açarak tarafların fiili ayrılığına neden olan ve boşanma sebebi yaratan davalı kadın boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tam kusurludur.
Şu hale göre, davalı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) taleplerinin reddi gerekirken, davacı erkeğin tam kusurlu olduğunun kabulü ile bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak davalı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin yazılı olduğu şekilde kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
3- Boşanma davalarında vekalet ücreti ve yargılama gideri davanın kabul veya reddedilmesi durumuna göre takdir edilir. Tarafların kusur durumunun yargılama giderleri ile vekalet ücreti tayinin de bir önemi yoktur.
Açıklanan nedenlerle, davacı tarafından açılan davanın kabulüne karar verildiği halde, mahkemece kusur belirlemesi dikkate alınarak her iki tarafça yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması ve davası kabul edilen davacı yerine davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın davalıya yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 143.50 TL temyiz başvuru harcı peşin yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran davacıya geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.02.2018
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Boşanma Davasından Sonra Yoksulluk Nafakası İsteme Hakkını Kaybetmemiş Olan Kişi Bir Yıllık
YARGITAY 3.HUKUK DAİRESİ
Tarih: 27.06.2016 Esas: 2016 / 8267 Karar: 2016 / 10171
Boşanma Davasından Sonra Yoksulluk Nafakası İsteme Hakkını Kaybetmemiş Olan Kişi Bir Yıllık Zamanaşımı Süresi İçinde Ayrıca Açacağı Bir Dava ile Yoksulluk Nafakası İsteyebilir.
Özet:
Davacı kadın, boşanma davası sırasında çalışıyor olması nedeniyle yoksulluk nafakasına hükmedilmediğini, davadan sonra işsiz kaldığını iddia ederek yoksulluk nafakasına hükmedilmesi ve iştirak nafakasının artırılması talebinde bulunmuştur. Davalı, yoksulluk nafakası talebinin zamanaşımına uğradığını iddia etmiştir. Boşanma davasından sonra yoksulluk nafakası isteme hakkını kaybetmemiş olan kişi, TMK’nun 178. maddesi uyarınca bir yıl içerisinde boşanmadan ayrı olarak açacağı dava ile yoksulluk nafakası isteyebilir. Yoksulluk nafakasının, 1 yıllık süre geçtikten sonra talep edildiği dosya kapsamı ile sabittir. Bu durumda, yoksulluk nafakasına ilişkin talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmelidir.
Taraflar arasındaki yoksulluk nafakası ve iştirak nafakasının artırılması davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili dilekçesinde; tarafaların boşandıklarını, boşanma davasında davalı kocanın kusurlu olduğunu, ancak müvekkilinin boşanma davası sırasında çalışıyor olması nedeni ile yoksulluk nafakası verilmediğini, müşterek çocuk için ise aylık 150,00 TL iştirak nafakasına hükmedildiğini, müvekkilinin şu an işsiz olduğunu, düzenli bir geliri olmadığını, müşterek çocuğa bağlanan iştirak nafakasının yetersiz kaldığını belirterek, davacı için aylık 300,00 TL yoksulluk nafakasına hükmedilmesini, iştirak nafakasının ise aylık 200,00 TL’ye çıkartılmasını talep etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde; yoksulluk nafakası yönünden talebin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin asgari ücret seviyesinde geliri olduğunu belirterek, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece; davacının geliri olmadığı ve iştirak nafakasının yeterli olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, davacı lehine aylık 150 TL yoksulluk nafakasına ve müşterek çocuk lehine aylık 200,00 TL iştirak nafakasına karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Davalı vekilinin yoksulluk nafakasına ilişkin temyiz itirazları yönünden ise;
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi ve devamı hükümlerine göre nafaka talep edilen tarihte nafaka alacaklısının yasanın öngördüğü şartları taşıması halinde mahkemece, yoksulluk nafakasına hükmedilebilecektir. Başka bir deyişle, boşanma davası sonrasında yoksulluk nafakası isteme hakkını kaybetmemiş davacı (nafaka alacaklısı) aynı yasanın 178. maddesi hükmü gereğince bir yıl içerisinde boşanmadan ayrı olarak açacağı dava ile yoksulluk nafakası isteyebilecektir. Davanın açılması ile ilgili 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 178. maddesinde 1 yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüştür.
Somut olayda, tarafların …. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin manevi tazminat dışında kalan hususlar yönünden kısmi olarak 15.03.2013 tarihinde kesinleşen kararı ile boşandıkları, eldeki davanın 29.01.2015 tarihinde açıldığı ve TMK’nun 178/son maddesinde öngörülen 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği göz önünde bulundurularak yoksulluk nafakasına ilişkin talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ve yanılgılı değerlendirme ile davacı lehine yoksulluk nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 27.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Boşanma – Ziynet Alacağı – Düğünde Takılan Ziynetler Bağış Hükmünde Kişisel Mal Olup Geri İstenmemek
Boşanma – Ziynet Alacağı – Düğünde Takılan Ziynetler Bağış Hükmünde Kişisel Mal Olup Geri İstenmemek Üzere Verildiği İspat Edilmedikçe Alan İade ile Yükümlüdür.
Özet:
Davacı-davalı kadın, ziynet eşyalarının eşi tarafından elinden alındığını ve iade edilmediğini belirterek aynen iadesini, olmadığı takdirde bedelini talep etmiştir. Düğünde takılan ziynetler, bağış hükmünde olup kadının kişisel malıdır. Ziynetlerin, geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmedikçe bunları alan, iade etmekle yükümlüdür. Somut olayda, ziynetlerin geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda, ziynet eşyalarına ilişkin davanın kabulü gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddine karar verilmesi hatalıdır.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm, davacı-davalı tarafından her üç dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Mahkemece, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına yol açan olaylarda kusurun ağırlığının davacı-davalı kadında olduğu belirlenerek, davacı-davalı kadının davasının reddine, erkeğin davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı-davacı erkeğin mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında kadının ailesini eve almadığı, kadının ailesine “kızınızı da alın gidin” dediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, davacı-davalı kadın da dava açmakta haklıdır. Öyleyse davacı-davalı kadının davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilecek yerde, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
2- Düğünde kadına takılan ziynetler, bağış hükmündedir ve kadının kişisel malıdır. Ziynetlerin, geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmedikçe bunları alan, iade etmekle yükümlüdür. Davacı-davalı kadın, dava dilekçesi ile; düğünde takılan yedi adet bilezik, altı adet gramise, iki adet yarımlık ve bir adet set takımının düğünden hemen sonra eşi tarafından elinden alındığını, iade etmediğini belirterek aynen olmadığı takdirde bedelini talep etmiştir.
Davalı-davacı erkek de cevap dilekçesinde bu altınların düğün masrafı ve müşterek hanede bulunan eşyaların bedeli için harcandığını belirtmiştir. Dinlenen bir kısım kadın tanıkları kadının baba evine döndüğünde üzerinde çeyrekli kolyesi ve set takımının olduğunu ifade etmişlerdir.
O halde, ziynetlerin geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmediğine göre, davacı-davalı kadın tarafından talep edilen set takımı haricindeki ziynet eşyalarına ilişkin davasının kabulü gerekirken, yetersiz gerekçe ile isteğin reddi doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1 ve 2. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, 1. bentteki bozma sebebine göre davalı-davacı tarafından açılan karşı boşanma davasıyla ilgili yeniden hüküm kurulması zorunlu olduğundan davacı-karşı davalı kadının bu yöne ve boşanmanın fer’ilerine ilişkin temyiz itirazları ile diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 29.06.2016
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Evlilik Birliği Devam Ederken Ayrı Yaşamakta Haklı Olan Eş Diğerinden Nafaka İsteyebilir
Boşanma, Velayet, Nafaka, Mal Paylaşımı Avukatı
Hukuk ofisimize başvurarak, evlilik içerisinde sorun yaşadıklarını ve boşanma kararı aldıklarını söyleyen kişilerin hikayeleri dinlenerek, Türk Medeni Kanunu ve boşanma davalarına ilişkin Yargıtay’ın içtihatları da dikkate alındıktan sonra, boşanma davası açılabilmesi için gereken yasal koşullarının bulunup bulunmadığı, boşanma davalarında uzman avukatlarımız vasıtasıyla tespit edilmekte ve boşanma davası açmak için koşulların bulunması halinde Beylikdüzü, Bahçeşehir, Büyükçekmece, Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bakırköy, Silivri, Çatalca ve İstanbul Avrupa yakası bölgelerinde faaliyet gösteren boşanma avukatları avukatlık büroları arasında bulunan boşanma avukatı avukatlık büromuzun boşanma konusunda uzman ve deneyimli boşanma avukatları vasıtasıyla boşanma davaları açılarak, alacakların/hakların elde edilmesi sağlanmaktadır.
Açılan boşanma davasının içerisinde veya boşanma kararından sonra çocuğunun velayetin almak için hukuk ofisimize başvuran kişilerin, velayeti alabilmek için gerekli koşulları sağlayıp sağlamadığı tespit edildikten sonra, gerekli koşulları sağlaması durumunda, Beylikdüzü, Bahçeşehir, Büyükçekmece, Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bakırköy, Silivri, Çatalca ve İstanbul Avrupa yakası bölgelerinde faaliyet gösteren velayet avukatları avukatlık büroları arasında bulunan velayet avukatı avukatlık büromuzun velayet konusunda uzman ve deneyimli velayet avukatları vasıtasıyla velayet davaları açılarak, velayetin alınması sağlanmaktadır.
Velayet davalarında, hukuk ofisimizin velayet avukatları tarafından, küçük çocukların menfaatleri ön planda tutulmakta ve açılacak velayet davasının küçük çocuğa ruhsal yönden zarar verebileceğinin anlaşılması durumunda, velayet davasının açılmaması yönünde görüş bildirilmekte, gerekirse velayet davası tarafımızca açılmamaktadır.
Boşanma davası süren veya boşandığı eşinden gerek kendisi gerekse çocukları için nafaka isteğiyle hukuk ofisimize başvuran kişilerin nafaka davaları, karşı tarafın harcamaları, gezileri, yaşam tarzı ve standardı, kısaca gerçek gelir durumu tespit edilerek, Beylikdüzü, Bahçeşehir, Büyükçekmece, Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bakırköy, Silivri, Çatalca ve İstanbul Avrupa yakası bölgelerinde faaliyet gösteren nafaka avukatları avukatlık büroları arasında bulunan nafaka avukatı avukatlık büromuzun nafaka konusunda uzman ve deneyimli nafaka avukatları vasıtasıyla nafaka davaları açılarak, nafaka alınması sağlanmaktadır.
Boşanma davası sürerken veya boşanma davası kesinleştikten sonra, katkı payı, katılma alacağı, değer artış payı, mal paylaşımı, edinilmiş mal, kişisel mal vb. konularında alacak hakkı olduğunu belirterek hukuk ofisimize başvuran kişilerin, alacak hakları için gerekli koşulları sağlayıp sağlamadığı tespit edildikten sonra, gerekli koşulları sağlaması durumunda, Beylikdüzü, Bahçeşehir, Büyükçekmece, Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bakırköy, Silivri, Çatalca ve İstanbul Avrupa yakası bölgelerinde faaliyet gösteren katkı payı, katılma alacağı, değer artış payı, mal paylaşımı, edinilmiş mal, kişisel mal avukatları avukatlık büroları arasında bulunan katkı payı, katılma alacağı, değer artış payı, mal paylaşımı, edinilmiş mal, kişisel mal avukatı avukatlık büromuzun katkı payı, katılma alacağı, değer artış payı, mal paylaşımı, edinilmiş mal, kişisel mal konusunda uzman ve deneyimli katkı payı, katılma alacağı, değer artış payı, mal paylaşımı, edinilmiş mal, kişisel mal avukatları vasıtasıyla katkı payı, katılma alacağı, değer artış payı, mal paylaşımı, edinilmiş mal, kişisel mal davaları açılarak, alacak hakkının alınması sağlanmaktadır.
Bu kapsamda boşanma dilekçesi, boşanma protokolü, boşanma sebepleri, boşanma işlemleri, boşanma dava dilekçesi, boşanma davasında yetki, nafaka davası türleri, nafaka davası çeşitleri, nafaka artırımı, nafaka artış oranı hesaplama, velayet davası, velayet hakkı, velayetin değiştirilmesi, vesayet, katkı payı davası katkı payı katılma alacağı farkı, katkı payı davası zamanaşımı, katkı payı davası yetkili mahkeme, katkı payı davası ödeme, katkı payı nasıl hesaplanır, katkı payı oranı, katkı payı davası ücretleri, katılma alacağı zamanaşımı, katılma alacağı hesaplama, katılma alacağı faiz başlangıcı, katılma alacağı yetkili mahkeme, değer artış payı nedir, değer artış payı alacağı, davası, değer artış payı dava dilekçesi, değer artış payından doğan alacak, değer artış payı hesaplama, değer artış payı katılma alacağı, değer artış payı faiz başlangıcı hizmetleri verilmektedir.
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Kusuru Daha Fazla Olan Eş de Boşanma Davası Açabilir; Ancak Boşanmaya Karar Verilebilmesi İçin
YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
Tarih: 28.06.2016 Esas: 2016 / 13882 Karar: 2016 / 12511
Kusuru Daha Fazla Olan Eş de Boşanma Davası Açabilir; Ancak Boşanmaya Karar Verilebilmesi İçin Davalının Az da Olsa Kusurunun Varlığı Şarttır.
Özet:
Türk Medeni Kanununun 166. maddesi uyarınca boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek yoktur. Kusuru daha fazla olan eş de boşanma davası açabilir. Ancak boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi şarttır. Evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı, davalı eşin kusurunun bulunmadığı dosya kapsamı ile sabittir. Bu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi yönde karar verilmesi hatalıdır.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı tarafından kusur tesbiti nafakalar ve velayet yönünden, davalı tarafından tümü yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Toplanan delillerden, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda birlik görevlerini yerine getirmeyen ve eşine şiddet uygulayan davacı erkeğin tamamen kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Davacı erkek dava dilekçesinde kadına kusur olarak yüklenebilecek herhangi bir somut vakıaya da dayanmamış olup; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda davalı kadının kusurlu bir davranışı da kanıtlanamamıştır.
Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer.
Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada madem ki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.
Öyle ise Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.
Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır. ( TMK m. 166/2)
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki, bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir.
Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre tarafların temyize konu diğer itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 28.06.2016
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Nafakanın Artırılması – Nafaka Alacaklısının İhtiyaçları ve Tarafların Gelir Durumunda
YARGITAY 3.HUKUK DAİRESİ
Tarih: 04.05.2016 Esas: 2016 / 2991 Karar: 2016 / 7137
Nafakanın Artırılması – Nafaka Alacaklısının İhtiyaçları ve Tarafların Gelir Durumunda Olağanüstü Bir Değişiklik Yok İse Yoksulluk Nafakası ÜFE Oranında Artırılmalıdır.
Özet:
Dava, yoksulluk ve iştirak nafakasının artırılması talebine ilişkindir. Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde nafakanın arttırılmasına veya azaltılmasına karar verilebilir. Nafaka alacaklısının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsünün gelir durumunda, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde, yoksulluk nafakası ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır. Somut olayda, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında boşanma davasından sonra olağanüstü bir değişiklik olduğu iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda ÜFE oranında artış yapılmalıdır.
Taraflar arasındaki iştirak ve yoksulluk nafakasının artırılması davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili, dava dilekçesinde; müvekkili ile davalının Şişli 1.Aile Mahkemesi’ nin 2006/645 Esas 2008/1104 Karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, boşanma kararı ile müşterek çocuk S.’nin velayetinin müvekkiline verildiğini, kararın kesinleşmesi ile müşterek çocuk için 125 TL iştirak nafakası, müvekkili için 150 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, nafaka miktarlarının aradan geçen süre içerisinde değişen mali ekonomik şartlar, paranın alım gücü, müşterek çocuğun ihtiyaç ve giderlerinin artması sonucu yetersiz kaldığını belirterek; yoksulluk ve iştirak nafakasının ayrı ayrı aylık 500’er TL’ye artırımına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, cevap dilekçesinde; müvekkilinin ödeme gücü olmadığını, ekonomik durumunun kötü olduğunu savunarak; davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile dava tarihinden itibaren davacı için hükmolunan aylık 150 TL yoksulluk nafakasının 300 TL’ye; müşterek çocuk S.. C.. için hükmolunan aylık 125 TL iştirak nafakasının 250 TL’ ye artırılarak davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm davalı tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delilerle kanuni gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
TMK.’nun 176/4. maddesine göre; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.
Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeye göre iradın arttırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu zorunlu kılması gerekmektedir. Bu doğrultuda yerleşen dairemiz uygulamasına göre; nafaka alacaklısı davacının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir durumunda, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır.
Artırımı talep edilen yoksulluk nafakası, 30/06/2010 tarihinde kesinleşen boşanma kararı ile 150 TL olarak belirlenmiş, bu dava ise 14.05.2014 tarihinde açılmıştır.
Somut olayda; tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında boşanma davasından sonra olağanüstü bir değişiklik olduğu iddia ve ispat edilmemiştir.
O halde, mahkemece; yoksulluk nafakasının niteliği ve takdir edildiği tarih gözetilerek, nafakanın TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılması suretiyle dengenin yeniden sağlanması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yüksek nafaka takdiri doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 04.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Velayet Düzenlemesinde İdrak Çağındaki Çocukların Görüşleri Alınmalıdır.
YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
Tarih: 08.06.2016 Esas: 2016 / 10221 Karar: 2016 / 11280
Velayet Düzenlemesinde İdrak Çağındaki Çocukların Görüşleri Alınmalıdır.
Özet:
Dava, velayetin değiştirilmesi talebine ilişkindir. Velayet kamu düzenine ilişkin olup, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin bile dikkate alınması gerekir. Velayet düzenlemesinde; çocukla ana ve baba yararının çatışması halinde, çocuğun yararına üstünlük tanınmalıdır. Velayet düzenlemesi yapılırken, idrak çağındaki çocukların görüşlerinin alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesi gerekmektedir.Yerel mahkemece, idrak çağındaki çocukların görüşleri alınmadan, anne ve babanın yaşam koşulları araştırılmadan yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm, davacı-davalı tarafından her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı-davalı baba, boşanma kararı ile birlikte velayeti davalı-davacı anneye bırakılan ortak çocuk 2005 doğumlu …’in velayetinin değiştirilerek kendisine verilmesini talep etmiş, davalı-davacı anne ise, boşanma kararı ile birlikte velayeti davacı-davalı babaya bırakılan ortak çocuk 2000 doğumlu …’nın velayetinin değiştirilerek kendisine verilmesini istemiş, mahkemece; “babanın ortak çocuk …’ın eğitim, barınma ve diğer ihtiyaçları ile ilgilenmediği, çocuğu babaannenin yanına bırakarak yurtdışına gittiği ve çocuğun anne ile görüşmesini engellediği, buna karşılık annenin velayetle ilgili olumsuz bir durumunun kanıtlanamadığı” gerekçesiyle davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile ortak çocuk …’nın babada bulunan velayetinin değiştirilerek anneye verilmesine karar verilmiş, hüküm davacı-davalı baba tarafından her iki davaya yönelik olarak temyiz edilmiştir.
Velayet hususu, çocukları ilgilendiren konuların en başında gelir. Velayet düzenlemesinde; çocukla ana ve baba yararının çatışması halinde, çocuğun yararına üstünlük tanınması gereklidir. Çocuğun yararı ise; çocuğun bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi ve böyle bir gelişmenin gerçekleştirilmesi için, çocuğa sosyal, ekonomik ve kültürel koşulların sağlanmış olmasıdır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. maddeleri idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir. Çocukların üstün yararı gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi mümkündür.
Velayet kamu düzenine ilişkin olup, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin bile göz önünde tutulması gerekir. Davalının davayı kabulü de tek başına hukuki sonuç doğurmaz. Mahkemece; velayetlerin değiştirilmesi istenen ortak çocukların üstün yararlarının belirlenmesi bakımından, yaşları gereği idrak çağında bulunan ortak çocukların velayet konusunda görüşlerine başvurulmamış, anne ve babanın yaşam koşulları ve çocuklara bakım olanakları konusunda bir araştırma yapılmamıştır.
Bu amaçla, mahkemece 4787 Sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca görevlendirilecek uzman veya uzmanlar vasıtasıyla inceleme yapılması; anne ve babanın gerektiğinde mahkemece bizzat dinlenerek ekonomik ve sosyal durumları ile çocuklara bakım olanakları konusunda kendilerinden bilgi alınması, ortak çocukların velayet konusunda bizzat görüşlerine başvurulması ve tüm deliller birlikte değerlendirilip, gerçekleşecek sonucuna göre çocukların velayetinin düzenlenmesi gerekir.
Açıklanan yönler gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer bölümlerine ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 08.06.2016
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Anlaşmalı Boşanmaya İlişkin Kararın Temyiz Edilmesi Anlaşma İradesinden Dönme Niteliğinde Olup Bu
YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
Tarih: 15.02.2016 Esas: 2016 / 2904 Karar: 2016 / 2429
Anlaşmalı Boşanmaya İlişkin Kararın Temyiz Edilmesi Anlaşma İradesinden Dönme Niteliğinde Olup Bu Durumda Dava Çekişmeli Boşanma Davası Olarak Görülmelidir.
Özet:
Taraflar anlaşmalı olarak boşanmışlar; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Hüküm kesinleşinceye kadar anlaşmalı boşanma iradesinden dönmeyi engelleyen bir düzenleme bulunmamaktadır. Anlaşmalı boşanmaya ilişkin kararın temyiz edilmesi, anlaşma iradesinden dönme niteliğindedir. Bu durumda dava çekişmeli boşanma davası olarak görülmelidir. Açıklanan nedenlerle, taraf delilleri toplanarak gerçekleşecek sonuca göre karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Taraflar Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince boşanmalarına karar verilse dahi davacının anlaşmalı boşanma hükmünü gerçekleşen anlaşmaya rağmen temyiz etmesi davadan açıkça feragat etmedikçe anlaşmalı boşanma yönündeki iradesinden rücu niteliğinde olup, bu halde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir.
Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz sebeplerinin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 15.02.2016
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Boşanma – Affedilen veya Hoşgörü ile Karşılanan Olaylar Taraflara Kusur Olarak Yüklenemez.
YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
Tarih: 15.02.2016 Esas: 2015 / 12711 Karar: 2016 / 2535
Boşanma – Affedilen veya Hoşgörü ile Karşılanan Olaylar Taraflara Kusur Olarak Yüklenemez.
Özet:
Dava, karşılıklı boşanma talebine ilişkindir. Davacı-karşı davalı kadına kusur olarak yüklenen fiillerden sonra tarafların evlilik birliğini devam ettirmek için yeniden bir araya geldikleri, davalı-karşı davacı erkeğin, kadının bu davranışlarını affettiği, en azından hoşgörü ile karşıladığı dosya kapsamı ile sabittir. Affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olaylar taraflara kusur olarak yüklenemez. Tarafların bir araya gelmesinden sonra taraflara yüklenebilecek yeni bir olay da ispatlanamadığına göre davanın reddine karar verilmelidir.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı-karşı davalı kadın tarafından, her iki boşanma davası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-karşı davalı kadının, reddedilen kendi boşanma davasına yönelik temyiz itirazları yersizdir.
2- Davacı-karşı davalı kadının, davalı-karşı davacı erkeğin kabul edilen boşanma davasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Mahkemece; “davacı-karşı davalı kadının eşinin sosyo ekonomik durumunu, mesleğini ve geçim standardını bilmesine rağmen daha sonra bu durumdan memnun kalmadığı, eşi ve evi ile yeterince ilgilenmeyerek ve evlilik kurumunun üzerine yüklemiş olduğu yükümlülükleri tam olarak yerine getirmediği ve eşini sadakatsizlikle itham ettiği’’ gerekçesiyle boşanmaya sebep olan olaylarda kadının tamamen kusurlu olduğu kabul edilerek tarafların boşanmalarına karar verilmiş ise de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davacı-karşı davalı kadına kusur olarak yüklenen fiillerden sonra tarafların evlilik birliğini devam ettirmek için yeniden bir araya geldikleri dolayısıyla davalı-karşı davacı erkeğin, kadının bu davranışlarını affettiği, en azından hoşgörü ile karşılamış sayılması gerektiği anlaşılmaktadır. Tarafların bir araya gelmesinden sonra taraflara yüklenebilecek yeni bir olay da kanıtlanamamıştır. Affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olaylar taraflara kusur olarak yüklenemez. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.15.02.2016
Beylikdüzü Boşanma Avukatı
Boşanma – Maddi ve Manevi Tazminat – Sadakat Yükümlülüğüne Aykırı Davranış Ağır Kusur Oluşturur
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Tarih: 13.04.2011 Esas: 2010 / 2-751 Karar: 2011 / 96
Boşanma – Maddi ve Manevi Tazminat – Sadakat Yükümlülüğüne Aykırı Davranış Ağır Kusur Oluşturur; Bu Davranışa Tepki Olarak Söylediği Sözler Nedeniyle Kadın Eşit Kusurlu Sayılamaz.
Özet:
Dava; boşanma, maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir. Uyuşmazlık, davacı kadının eşit kusurlu olup olmadığı, buna göre davacı yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır. Dosya kapsamından, davalının yabancı uyruklu bir kadınla ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, sadakat yükümlülüğüne aykırıdır. Sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış ağır kusur oluşturur. Bu davranışa tepki olarak söylediği sözler nedeniyle kadın eşit kusurlu sayılamaz. Açıklanan nedenlerle, boşanma sonucu kocasının maddi desteğini yitirecek olan kadın yararına maddi tazminata ve sadakatsiz davranışın kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan ve eşit kusurlu sayılmayacak davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.
Taraflar arasındaki “boşanma, velayet, nafaka, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. Aile Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.06.2008 gün ve 2007/588 E., 2008/674 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 21.12.2009 gün ve 2008/18790 E., 2009/21989 K. sayılı ilamı ile;
(“…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davacı tanıklarının beyanlarında geçen olayların davacı ve üçüncü kişilerden duyuma dayalı olması nedeniyle itibar edilemeyeceğine, toplanan delillerden evlilik birliğinin çekilmez hale gelmesinde kocasına hakaret eden, birlikte kalmaktan kaçınan davacı kadın ile yabancı bir kadınla sık sık telefon görüşmesi yaparak güven sarsıcı davranışlar sergileyen davalı kocanın eşit kusurlu olduklarının anlaşılmasına göre davalının aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Eşit kusurlu davacı eş yararına maddi ve manevi tazminata hükmolunması doğru görülmemiştir (TMK. md. 174/1, 2)…”) gerekçesiyle hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu sair yönlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen nedenle ONANMASINA…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı vekili.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, boşanma, velayet, nafaka ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı kocanın evliliğin ilk günlerinden itibaren karısı ve evini ihmal ettiği, ihtiyaçları ile ilgilenmediğini, yabancı uyruklu bir kadınla ilişkisi olduğu ve davacıya dayak attığını, bu davranışların evlilik birliğini çekilmez hale getirdiğini beyanla, tarafların boşanmalarına, müşterek çocuklarının velayetinin davacı anneye bırakılmasına, davacı ve müşterek çocuk yararına nafaka tayini ile boşanmada kusuru bulunmayan davacı yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davalı kocanın kötü muamelede bulunduğu iddialarının gerçeği yansıtmadığını, taraflar arasındaki huzursuzluğun nedeninin davacı kadının yaşadıkları şehri sevmemesi ve ikinci çocuklarını aldırmasına izin vermemesi nedeniyle düşürmesi olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiş, bilahare artık davalının da boşanmak istediğini bildirmiştir.
Yerel mahkemece, davalı kocanın yabancı uyruklu kadınla ilişkisi olduğu, bu yüzden aralarında çıkan tartışmada davalının davacı karısına tokat attığı, kadının da kocasına hakaretlerde bulunduğu, bu duruma göre kocanın kusurunun daha ağır olduğu, kadının boşanma ile evlilik birliğinin sağladığı haklardan yoksun kalacak olması ve evliliğin devamı sırasında kocanın yabancı kadınla ilişkisi nedeniyle kişilik haklarının zedelendiği gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine, müşterek çocuk yararına iştirak nafakası takdirine, davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine verilen karar özel dairece yukarıda belirtilen nedenlerle bozulmuş, yerel mahkemece, kanaate varılırken davalı tanıklarının beyanları dikkate alındığı gibi davalının 24 saat içinde yabancı uyruklu bir bayanla yaptığı sık telefon görüşmelerinin de kanaatin oluşmasına etkili olduğu, kocanın davranışının evlilikte olması gereken güven ve sadakat duygusunu yok edecek nitelikte olduğu, karısını tartaklayan kocaya hakaret eden kadının bu davranışını eşit kusur olarak görmenin adalet duygusunu zedeleyeceği, geçimsizlikte kadının kocaya göre daha az kusurlu olduğu gerekçesi ile maddi ve manevi tazminat yönünden önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Karar, bozma ve direnmenin kapsamına göre yerel mahkeme kararının tarafların boşanmasına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine ve nafaka tayin ve takdirine ilişkin kısımları kesinleşmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanmaya neden olan olaylarda davalı kadının kusurunun eşit olup olmadığı, buna göre davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesinin 1. fıkrası “Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır” hükmünü taşımaktadır. Buna göre; Türk Medeni Kanunu 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş, görülmekte olan dava ise 01.06.2007 tarihinde açılmış olduğundan, olayda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca maddi ve manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.
Anılan kanunun 174. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceği belirtilmiş; 2. fıkrasında ise boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun bir para isteyebileceği öngörülmüştür.
Maddenin anlatımından görüldüğü üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zararın ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.
Bilindiği üzere (mülga) 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi maddi tazminata hükmedilebilmesi için tazminat isteyenin kusursuz olmasını (Yargıtay uygulamasına göre boşanmaya yeterli bir kusurunun bulunmamasını) ararken, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile kusursuz veya daha az kusurlu tarafın maddi tazminat talebinde bulunabileceği belirtilmiş, 4721 Sayılı Kanun ile kendisinden maddi tazminat istenenin kusurlu olması konusunda ise (mülga) 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümlerine nazaran değişiklik yapılmamıştır.
Bunun yanında 743 Sayılı Kanunun 143. maddesinde yer alan mevcut ve hatta muntazar bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan ifadesi 4721 Sayılı Kanunun 174. maddesi hükmünde mevcut ve beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen ifadesine dönüştürülmüş, maddi tazminatta zarar koşulunda bir değişiklik yapılmamıştır.
Öte yandan, manevi tazminat, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilmiş bir telafi şeklidir, boşanmaya sebep olan olayların kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi halinde manevi tazminata hükmedilir.
Bu yönde 743 Sayılı Kanunun 143. maddesi uyarınca, boşanmaya sebebiyet vermiş olan hadiseler, kabahatsiz karı veya kocanın şahsi menfaatlerini ağır bir surette haleldar etmiş ise hakim manevi tazminat namıyla muayyen bir meblağa hükmedebilir iken 4721 Sayılı Kanunun 174. maddesi uyarınca boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf daha kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat isteyebilir.
Yukarıda belirtilen maddi tazminat talebinde bulunabilme şartları gibi, manevi tazminat talebinin kabul edilebilmesi yönünden de tazminat isteyenin kusursuz veya az kusurlu olması, tazminat istenenin daha kusurlu olması, zarar oluşması, nedensellik bağı bulunması ve hukuka aykırılık unsurlarının bulunması gerekmektedir. 743 Sayılı Kanunda yer alan davacının kusursuz olması şartı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’ndan çıkarılmış, davalının kusurlu olması yeterli görülmüştür.
743 Sayılı Kanunun 143. maddesinde yer alan şahsi menfaat deyişi 743 Sayılı Kanunun 24. maddesinin karşılığı idi. 743 Sayılı Kanunun 24. maddesinde yer verilen şahsi menfaatleri, kişisel değerler olarak tanımlayabiliriz. Kişisel değerler maddi ve manevi değerleri kapsar. Kişinin yaşam ve sağlığı gibi maddi değerler ile onur, saygınlık, özgürlükler, özel yaşam gibi manevi değerler kişisel değerler olarak kabul edilmektedir. 743 Sayılı Kanun uyarınca manevi tazminat istemi için kusursuz eşin kişisel değerlerinin zedelenmesi ağır surette olmalıydı. 4721 Sayılı Kanun ile “şahsi menfaatleri ağır bir surette haleldar olma” deyimi “kişilik hakkı saldırıya uğrayan” şeklinde değişmekle artık manevi tazminat istenebilmesi için kusursuz ya da az kusurlu eşin kişisel değerlerinin zedelenmesi şartı aranmakta olup; kişisel değerlerin zedelenmesinin ağır surette olması zorunlu değildir.
Öte yandan, emredici hukuk kurallarına, ahlâka, örf ve adetlere ilişkin kuralların ihlali o eylemi hukuka aykırı hale getirir. Bu kurallardan birinin ihlali de eşin bir başkasıyla yaşıyor olması, ilişki kurması hali gibi sadakat yükümüne aykırı hareketi veya güven sarsıcı hareketi ile meydana gelir ve manevi kişiliği, ruhsal bütünlüğü saldırıya uğrayana manevi tazminat talebinde bulunma hakkını verir. Öte yandan bu eylemler 4721 Sayılı Kanunun 185. maddesinde yerini bulan ve evlilik birliğinin süresince devam etmesi gereken, eşlerin yasal olarak birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerinden olan sadakat yükümüne de açıkça aykırılık oluşturması nedeniyle kişilik haklarına saldırı teşkil etmektedir.
Manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde ise kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ve tarafların ekonomik sosyal durumu da nazara alınmalıdır.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 4721 Sayılı Kanunun 174. maddesinin gerekçesinden anlaşıldığı üzere, maddi ve manevi tazminat davasının boşanma kararından sonra da açılabilen bir dava olması, boşanmış olanlara halen “eş” demenin mümkün olmaması nedeniyle 743 Sayılı Kanunun 143. maddesinde yer alan “eş” sözcüğü yerine “taraf” sözcüğü kullanılmıştır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 2004 yılında evlendikleri, bu evliliklerinden 2005 doğumlu müşterek çocukları bulunduğu, yerel mahkemece 4721 Sayılı Kanunun 166. maddesi uyarınca verilen “tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetinin davacı anneye verilmesine” dair kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 254. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Dosyada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur.
O halde, toplanan deliller ve özellikle davalıya ait telefon kayıtlarının dökümünden davalının yabancı uyruklu bir kadın adına kayıtlı telefon ile yaptığı yoğun telefon görüşmeleri ve davacı tanıkları ile gerekse bir kısım davalı tanıklarının beyanları uyarınca davalının yabancı uyruklu kadın ile evlilik dışı ilişkisi bulunduğu, bu durumun 4721 Sayılı Kanunun 185. maddesinde düzenlemesini bulan sadakat yükümüne aykırı davranış teşkil ettiği, bu nedenle davalı kocanın boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu olduğu, davalı kocasının sadakat yükümüne aykırı davranışı karşısında davacı kadının davalıya karşı sözlerinin tepki olarak söylendiğinin kabulü gerekir ve sarf ettiği sözler nedeniyle eşit kusurlu sayılması olanaklı değildir.
Hal böyle olunca, boşanma sonucu diğerinin maddi desteğini yitirecek olan davacı kadın yararına maddi tazminata hükmedilmesi ve ayrıca davalının ağır kusur teşkil eden sadakatsizliğinin davacı kadının kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan ve eşit kusurlu olmayan kadın lehine manevi tazminata da hükmedilmesi gerektiği açıktır.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alındığında yerel mahkemenin davalı kocanın boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu olduğuna ve davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı uygun ve yerindedir.
Ne var ki, özel dairece hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarına ilişkin davalının diğer temyiz itirazları incelenmemiş olup, dosyanın temyiz itirazlarının incelenmesi için özel dairesine gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın maddi ve manevi tazminat miktarına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için 2. HUKUK DAİRESİ’NE GÖNDERİLMESİNE, 13.04.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi.